Berlin Türk Eğitim Derneği

Berlin Türk Eğitim Derneği

Bemerkungen

YENİ YIL MESAJI
Sevgili dostlar, gelen her yeni yıl, bizleri beklenen sona bir adım daha yaklaştırıyor. Geçen yılın muhasebesini yaparak gelen yılda daha anlamlı çalışmalar yapmak elimizdedir. Ben bütün dostlarıma sağlıklı ve mutluluk dolu bir yıl diliyorum... Yarınlar kollarını açmış sizleri bekliyor. Ne mutlu yaşamını anlamlı kılan o duruşu belli duyarlı yiğitlere...
PROF.DR.MUSTAFA ÖZTÜRK 24 TEMMUZDA BERLİN'DE
DUYURU
Prof. Dr. Mustafa Öztürk 24 Temmuz Cumartesi günü Berlin Türk Eğitim Derneğinde olacaktır.
Bizbize- dizdize bir sohbet yapacağız.
Oturum Saat 19:00 da başlayacaktır.
Katılımcı sayısı sınırlı olacaktır. Lütfen önceden bizi arayınız.
İrtibat tel. :
0176 8050 25 08
eMail:
[email protected]
Rüştü KAM
ALTMIŞ YILDIR ALMANYA'DAYIZ BİRTÜRLÜ YUNUS ÖRNEKLİĞİ GÖSTEREMEDİK.
-Almanya’ya gelişimizin 60. Yılında maalesef Yunus’un torunları olarak O’nun yüzünü ak edemedik. Başını yere eğdirdik-
Rüştü KAM
Bu yazıyı 2009 yılında yazmışım. Ha-ber.com da yazmaya başladığım yıl. Aradan 12 yıl geçmiş. Ben bu arada eskimişim, ama ha-ber.com gün geçtikçe daha da gençleşiyor. Sefa kardeşimize Allah selamet versin. Güzel hizmetler yapıyor. Amacım ha-ber.com internet haber portalini tanıtmak değil, inşallah bir gün onu da yaparız. Ha-ber.com’un sahibi Sefa Doğanay köşe yazarlarının yazdıklarını arşivliyor. Sahuru beklerken kendi arşivime gireyim istedim ve girdim. 12 seneden beri neler yazmışım neler, hepsi orada mevcut. 2009 yılında yazdığım ve bugünkü gibi taptaze duran bir yazıma rastladım. “Almanya’yı Ne Kadar Tanıyoruz” başlığıyla yayınlanmış. Eğer o sayfa olmasaydı ve o yazı yazılmasaydı ve de o arşiv tutulmasaydı, bugün o günlerdeki yaşanmışlıklara ışık tutamazdık. Almanya’ya gelişimizin 60. Yılı münasebetiyle tekrar o yazıyı siz okuyucularımla paylaşmak istedim. Bakalım 60 yılda ne kadar yol kat etmişiz.
“Bizler, kilometre olarak yakın, ama düşünce olarak ne kadar da uzakmışız Goethe, Schiller, Bach gibi diğer fikir ve sanat adamlarına. Buyruk şöyledir:
“Sizden önce de nice topluluklar gelip geçmiştir. O halde yeryüzünde gezin-dolaşın da yalanlayanların sonu nice olmuştur görün. “3/137
Yüce Mevla’mız burada bize bir tavsiyede bulunuyor. Tavsiyesini de aba altından sopa göstererek yapıyor. Yeryüzünde neden gezmiyorsunuz? Sizden önceki insanların kurdukları medeniyetleri niçin görmüyor, bilmiyor ve ibret almıyorsunuz? Helak edilenler niçin helak edilmişler bunu hiç mi merak etmiyor musunuz?
Daha buna benzer nice cümleler sıralayabiliriz. Allah insanların bulundukları bölgede kapanıp kalmalarını istemiyor. Dolaşmamızı, gezmemizi istiyor. Eski kavimlerin, milletlerin geriye bıraktıklarını görerek ibret almamızı istiyor.
Mesela biz Almanya’da yaşayan Türkler, geriye bakıp da hayatımızın elli yılını geçirdiğimiz bu ülkeyi ne kadar tanıdığımızı hiç düşündük mü?
Almanya’ya gelişimizin üzerinden elli yıl geçti. Ha bugün ha yarın döneceğiz derken saçlarımız ağarıvermiş, belimiz bükülüvermiş.
Türk Eğitim Derneği ve Berlin Veliler Topluluğu üyeleri olarak biz bunları düşündük, konuştuk ve bu ülkeyi az tanıdığımıza karar verdik. Tanıdığımız yerler, evden işe işten eve giderken yol üzerinde gördüğümüz yerler ne kadarsa, o kadar. Oraları da sadece gördüğümüzü, tanımadığımızı, farkettik.
Niye kendimize, (bir arkadaşı vesilesiyle Goethe’nin eserleriyle tanışan) Tatarî Oğuz Efendi’yi örnek almamışız? O Fransa’dan kalkıp Weimar’a kadar gelmiş. Orada vefat etmiş. Goethe’nin yaşadığı şehri ve o şehrin insanlarını, yaşayan değerlerini bizzat tanımak istemiş. Tanımış ve hakkında eserler de yazmış. Tatarî Oğuz Efendi Johann Volfgang von Goethe gibi bir şahsiyeti, ölümünden sonra da olsa tanımak istemiş ve Weimar’a kadar gelmiş. Oysa biz kilometre olarak yakın olduğumuz Goethe, Schiller, Bach gibi fikir ve sanat adamlarına düşünce dünyamızda ne kadar da uzakmışız. Bunu Weimar turu yapınca anladık.
Tanımadığınız yer fikir dünyanızda yer almaz
Bu konular üzerinde arkadaşlarımızla uzun uzadıya konuştuk. Konuşa konuşa nihayet eksikliklerimizi fark ettik. Yaptığımız öz eleştirilerden sonra, eksikliklerimizi gidermeye karar verdik ve düştük yollara. Önce Weimar’ı ve oranın değerli şahsiyetlerini tanıdık. Tarihe mâl olmuş şahsiyetlerin yaşadığı yerleri ziyaret edince düşünce dünyamızda yeni kapılar açıldı. Eşim, Goethe’nin malikanesini görünce “burada ancak şiir yazılır” dedi. Başımızla tasdik ettik Eşimi.
Sonra Buchenwald toplama kampına uğradık. Daha kapıda irkildik: “Herkes ettiğini bulur” (Jedem das Seine) yazıyordu kapıda. Buchenwald’ta, Toplama kampları kurarak insanları onursuzlaştıran o vicdanı tanımaya çalıştık.
Sonraki gezimizde, Wittenberg’e gittik ve Katolik dünyasının tahtını ayaklar altına alan, Almanya’nın önemli şahsiyetlerinden Papaz Martin Luther’le tanıştık. Evinde konuk olduk. 1517 yılında yazdığı 95 maddelik o meşhur Manifestosunu birlikte okuduk. Üzerinde tezekkür ettik. Eski defterleri karıştırmadan, yani Türklerle olan ilişkileri, düşüncelerini karıştırmadan, fiili durumumuzu birlikte değerlendirdik. Sonuçta, düşmanlık değil, dostluk, savaş değil barış galip geldi.
Umursamazlık insanları nasıl aptallaştırıyorsa, hoşgörüsüzlük de mutluluğa giden yolları tamamen kapatıyor. Dün mesafeli olduğunuz insanlar bugün misafiriniz oluyor veya siz onlara misafir olabiliyorsunuz, size dostluk eli uzanabiliyor veya siz uzatabiliyorsunuz. Bu oluyor. Geçmişi bilmek ve unutmamak lazım ama, geçmişe takılıp kalmamak da lazım. Türk Eğitim Derneği mensupları olarak biz tam da bunu yaptık. Geçmişe takılıp kalmanın faydasının olmayacağına kanaat getirdik. Önümüze bakmamız gerekiyordu. Baktık.
Hem Weimar ve hem de Wittenberg dönüşü, otobüste her zaman olduğu gibi, arkadaşlarımıza mikrofon uzattık ve onlardan değerlendirmeler aldık. Weimar’ı konuştuk, Wittenberg’i konuştuk. Her bir arkadaşımızın düşünce dünyasına ayrı ayrı paragraflar eklenmişti.
Sonra da, Berlin’i ne kadar tanıdığımızı konuştuk. Sonunda yeteri kadar tanımadığımız ortaya çıktı. Öyleyse Almanya’yı tanımaya Berlin’den başlamamız gerektiği kanaatine vardık ve karar aldık. Berlin’i tanımamız gerekiyor. İlerleyen günlerde bu kararımızı hayata geçirdik, sıcağı sıcağına uygulamaya koyduk. Önce kiraladığımız bir otobüsle şehir gezisi ve sonra da Berlin kanalında tur düzenleyen gemi ile kanal gezisi yaptık, böylece rehber eşliğinde Berlin’i dolaştık. Meğer, yıllardan beri içinde yaşadığımız Berlin’i tanımıyormuşuz. Toplam 7 saat yetmedi Berlin’i tanımaya.
Sonuç;
Duvarı’n hikayesini bilmiyoruz, Prenzlauerberg’de, Paul Linke Ufer’ de, Einstein Cafe’de oturup bir kahve içmemişiz. Unter den Linden’i boydan boya geçerek, oradaki müzelerle ilgili bilgiler almamışız. Berliner Dom’u hayran olduğumuz eserler listesine yazmamışız. National Galerie’yi gezmemişiz, Sans Souci’yi gezmemişiz, Bergama Müzesi’nin nerede olduğundan habersiziz… Biz nasıl bir Berlinliymişiz böyle… Velhasıl şu koca Berlin’ de sanki kendimize bir duvar örmüşüz ve duvarın içinde yaşamışız yıllarca.
Edindiğimiz bu tecrübelerden sonra, Türk Eğitim Derneği ve Berlin Veliler Topluluğu üyeleri olarak biz bu gaflet uykusundan uyanmaya karar verdik. Daha doğrusu üzerimizdeki bu ölü toprağını silkelemeye karar verdik. Sonuçta titredik ve kendimize döndük. Yeni yeni bilgiler edindikçe yaşadığımız yeri ve o yerin halkını daha yakından tanıma fırsatı bulduk. Tanış olduk.”
Yunusumuz ne güzel de söylemiş:
”Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Bu dünya kimseye kalmaz.”
Tavsiyemiz, sizler de düşün yollara, tanıyın, tanış olun, sevin, sevilin. “Bu dünya kimseye kalmaz”mış.
Bizim gezilerimizin adı “Kültür ve Araştırma Gezisi.” Bunlar masraflı geziler. Geziye katılanlar paralarını kendileri ödüyorlar. Derneğimiz sadece organizesini yapıyor. Buna rağmen üyelerimiz, bu gezilerden oldukça memnun oluyorlar. Gezilerden dönüşte üyelerimiz, “yeni gezi nereye ve ne zaman hocam?” diye sormaya başlıyorlar.
Ulaşmak istediğiniz hedef önemli bir hedefse, hedefe de kilitlenmişseniz mutlaka bedel ödemeniz gerekiyor. Bedel ödenmeden bir şey elde etmek mümkün değildir ve bedelini ödemediğiniz şey de sizin değildir. Nasreddin Hocamız boşuna söylememiş, “Parayı veren düdüğü çalar” diye.
Size tavsiyemiz, lütfen içinde yaşadığınız ülkenin değerlerini ve güzelliklerini mutlaka tanıyın. İlgisizlik, çirkinlikler, kötülükler, ötekileştirmeler dostluk köprülerinin kurulmasını engelliyor. Bu durumda kılıçlar bileniyor, yaylar geriliyor ve hedef bile tayin edilmeden oklar rasgele boşaltılıveriyor. Gezdikçe, gördükçe, anladıkça, düşündükçe, konuştukça, empati yaptıkça anlaşma sağlanabilecek ortak noktalar mutlaka bulunuyor.
Yaşadığı coğrafyayı ve orada kurulan medeniyetleri bilmeyen, oranın tarihini kültürünü tanımayan, velhasıl o coğrafyadaki yaşanmışlıkları gözlemlemeyen insanlar o ülkenin insanlarını nasıl tanıyabilir ki? Tanımadıkları insanlarla da nasıl bir sevgi ve dostluk bağı kurabilirler ki? Kuramıyorlar da zaten.
Haydi bugün karar verin ve Alman komşunuzdan başlayarak, insanları, kültürlerini, örf ve adetlerini, şehirlerini, tarihe mâl olmuş şahsiyetlerini ve onların eserlerini başlayın tanımaya. İnanın tanıdıkça seveceksiniz ve sevdikçe de rahatlayacaksınız. Böylece, 61. yılda önümüze yepyeni ufuklar açılacak…
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI'NDA YÜREKLİ DİN GÖREVLİLERİ DE VARMIŞ DEMEK... BEN ZEKİ BEY'İ, CESARETİNDEN DOLAYI TEBRİK EDİYORUM....

KANDİL’E Bir de bu gözle bakalım!

Kırklareli Müftüsü

Sorular geliyor zaman zaman, “Hocam bu kandil gecesinde kaç rekat namaz kılalım, kaç bin tane tevhid söyleyip zikir çekelim”. Ben de o Müslümanlara diyorum ki:

Size daha kazançlı ama nefse ağır gelen sevap kazanma yolları göstereyim mi?

-Evet Hocam göster...

Öyleyse şu söylediklerimi yapın.

1- İmkanınız varsa alın birkaç yetimi tepeden tırnağa giydirin, yedirin içirin, uzun vadede ise o yetimlerin eğitim masraflarını karşılayın. Okuyup büyük adam olsunlar, dine diyanete vatana millete faydalı gençler olsunlar. Zaten sevgiden şefkatten ve baba himayesinden mahrum kalmışlar. Bunların sizin yüzünüze sevgi ile bir bakışı Allah'ın size rahmet nazarı ile bakması demektir. Malumunuz Aziz Peygamberimiz, duası reddolunmayan güruhun içinde yetimi en başta saymıştır. “Mazlumun bedduasından, ahından ve yetimin gözyaşlarından sakının. Çünkü insanlar rahat uykuda iken onlar dert, sıkıntı, üzüntü içindedirler" (Buhari)

2-Beşinci, onuncu veya yirmi sekizinci umrenizi yapmayı bırakın, burada harcayacağınız paranızı, evine kurbandan kurbana et giren bir aileye bağışlayabilirsiniz. Bu gerçekten beratınıza vesile olabilecektir.

3-Zenginseniz eğer, gece bin rekat namaz kılmaktan daha içerikli bir sevap önereblirim size,,, okuluna giden yavrusuna harçlık verebilmek için kendisi 5 km yolu yaya giden gariban babalara yardım yapabilirsiniz…çok uzakta değil,,,çevremizde bu insanlardan çok var…

4-Bu gece, hastane köşelerinde yatan nice kimsesiz hastaları ziyaret edip sevindirebilirsiniz, bunlar kandilin ruhuna çok uygun davranışlardır…

5-Zenginseniz eğer çevrenizdeki tüm gariplere bu akşam güzel bir lokantada kebap yedirebilirsiniz…

6-Zengin fakir fark etmez, bugün hastanelerde can bekleyen, kan bekleyen onbinlerce hastadan birine şifa olabilecek bir ünite kan bağışlayabilirsiniz… Bu da 1000 rekât nafile namazdan üstündür…

7-Bu kandil Gecesini vesile ederek sizi büyütünceye kadar sayısız eziyetler çeken, huzurevine attığınız anne veya babanızı oradan çıkarıp duasını alabilirsiniz. Bu bir milyon rekât namazdan, onbin tane oruçtan daha hatırlı olur Allah'ın katında… Hem bunu yaparsanız, facebook'da veya telefon marifetiyle sanal alemde binlerce insanın kandilini kutlamak için yazdığınız kandil mesajlarınız da klişe bir adımdan öteye gidip daha büyük ve saygıdeğer bir manâyı hâvi olur.

8-Durumunuz müsaitse eğer, fakr-û zarûretinden evlenemeyen, yuva kuramayan gariban birkaç gence sahip çıkıp, onların masraflarını karşılayıp, harika bir berat fermanı almaya namzet olabilirsiniz.

9-Kocası ölmüş küçük çocuklarını okutabilmek için temizliğe giden, namusunu pay_i mâl etmeyen yiğit ama fakir dul komşularınıza yardım eli uzatabilirsiniz…Bu da Kandil Gecesinin sizden istediği güzelliklerdendir...

- Sayın Hocam, bu gece namaz kılmayalım mı, gündüzünde oruç tutmayalım mı, gecesinde zikir çekip, Eyüp Sultan'ı ziyarete gitmeyelim mi?

Ey mümin kardeşlerim, onları zaten yılladır birşekilde yapıyorsunuz, Yapın da…Müftüler, hocalar, köşe yazarları, ilahiyatçılar, çok içerikli kandil mesajlarında bunları zaten halka söylüyor nasihat ediyor…

Benim mesajım, Ne hikmetse okumamak için inatla direndiğimiz Yüce Kuran'ın bize verdiği unuttuğumuz toplumsal talimatları sizlere hatırlatmaktı…

Yukarıda 9 maddede verdiğim güzellikleri ve ona müşabih (benzer) nasihatları hayatınıza koyarsanız, Kandil Geceniz o zaman değerli olur ve Allah, o zaman bizlerden hoşnut olur.

Havyar ye, karides indir, ıstakozu haşla , Marmaris'te, Bodrum'da, Datça'da tatil yap, kuzu sarmasını, pazu dolmasını götür, popcornunu çatlat, hükümet kur hükümet yık, her odasında bir televizyon olan 250-300 m2 evinde hopla zıpla, ye, iç, survivor izle, havaya ateş açarak takımının şampiyonluğunu kutla, sesten gürültüden milletin kulaklarını iğfal et, Kandildir deyu Eyyup Sultan Türbesinde saatlerce dua et, 200 m ötendeki babasız bir evde çocuklarına
150 gr kıyma alabilmek için temizliğe giden dul kadının ve özürlü yavrusunun hıçkırıklarını duyma…Yaşlı anneni huzurevine postala, sonra da kalk telefonlarla kandil mesajı at, veya facebook'da Twiter'da kandil mesajı yayınla…Kendini kandır, vicdanını avut...

Biz hayatımızda, merhamet, yardımlaşma, sevgi, kardeşlik, diğergamlık, empati, gibi hasletlerin semtine uğramaz hale gelmişsek; Günlerimizi değerlerimize yabancılaşarak ve bu insani ve ahlâki kazanımlardan hızla uzaklaşarak geçiriyorsak, bana dokunmayan yılanlara kurban olayım mantığında bir yaşam tarzı ile hem-hâl isek; Allah aşkına bırakın şu kupkuru kandil mesajı gönderme lüzumsuzluklarını…

Adnan Zeki Bıyık

Hergün 10-19 açıktır; 17-19 Nachhilfe, Cumar. 11-12 Türkçe, Cumar. Pazar 12-14 Kur'an Kursu v

Wie gewohnt öffnen

13/09/2022

NACHHİLFE KURSLARI BAŞLAMIŞTIR
Reuterstr. 58 Neukölln/ Berlin Mathe+Deutsch+Englisch
[email protected]

12/09/2022

TÜRK ÖĞRENCİLERİN ALMANYA’DAKİ EĞİTİM SORUNLARI
“Ne olacak bizim çocukların hali!”
Almanya'da Türk çocuklarının eğitim problemleri çok çeşitlidir. Ancak bunların temelinde 3 önemli konu yatmaktadır. Ana dili bilgisinin eksikliği, din anlayışının yanlış olması ve tarih bilgisinin ve bilincinin olmaması.İçinde bulunduğumuz yılda (2017), Alman okulları Türkçe dersi için kullanılan sınıflardan ücret alma peşine düşmüştür. Bundan sonra kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız. Yapacağımız çalışmaların üç ayaklıdır: Aile ve okul ayağı vardır, STK ayağı vardır, devlet ayağı vardır. Çevre ve medya ayağını da unutmamak gerekir.İstisnasız bütün sivil toplum örgütleri toplantılarında bir vesileyle konuyu hemen eğitime getiriirler. Duyarlı iki Türk bir araya gelse “Ne olacak bizim çocukların hali!” diye başlarlar eğitim konusunda sohbete. Eğitimi konuşmak kolaydır. Ancak, eğitime yatırım yapmak oldukça zordur. İrade ister cesaret ister en önemlisi fedakârlık ister. Çünkü, ciddi bir çalışma içine girmek söz konusu olunca ortalıkta kimse kalmaz. Bahane hazırdır, eğitime yapılan yatırımlar boşunadır. Kısa yoldan hayata atılmak gerekir. Beklemeye tahammülü yoktur yoktur insanların. Hemen netice isterler. Problem tespiti ve temel çözüm önerileri Endişemiz var, endişelerimiz var, boşver diyenimiz var; çocuklarımız, okullarda aşağılanıyor, öğretmenler tarafından yanlış yönlendiriliyor, üniversite okuma yerine meslek edinmeleri tavsiye ediliyor. Çocuklarımızın, teneffüslerde Türkçe konuşmaları yasaklanıyor, barbar diye, çi***ne diye kendileriyle alay ediliyor, sözde soykırım iddialarıyla hakarete uğruyorlar. Ancak benim üzerinde durmak istediğimi birilerinin çocuklarımızı aşağılaması, onu yargılaması değil. Benim derdim çocuklarımızın bu konularda muhataplarına verecekleri sağlam bilgilerinin olmamasından dolayı eziklik duymasıdır. Kendisinin barbar olmadığını muhataplarına anlatamamasıdır. Zavallı çocuk kendisini bilmiyor, tanımıyor. Bazıları kabulleniyor barbarlığı, “demek ki barbarmışız” diyor. Bazıları da karşı koyuyor, hem de kaba kuvvetle karşı koyuyor, “ben barbar değilim” diyor, hakaretleri kabullenemiyor. Ancak haklılığını bilgi ile destekleyemediği için haksız duruma düşüyor. Birinci kuşak hizmetler zincirinde yerini almış ve gerekli hizmetleri ne pahasına olursa olsun, o bilgisiz ama saf ve cesur haliyle bugüne kadar getirmiştir. Cami ise cami, dernek ise dernek, para ise para ne gerekiyorsa yapmış ve görevi ikinci kuşağa iç huzuruyla devretmiştir. Ancak ikinci kuşak emanete gereği gibi sahip çıkamamış ve birinci kuşağa büyük ölçüde problem olmuştur. Problemler büyümüş ve kartopu haline gelmiştir. Problemlerin çözümü, eğitim faaliyetlerinin yer, zaman, şahıs ve cemiyet açısından bilinçli olarak yürütülmesine bağlıdır. Bugün dini motiflerle süslediğimiz bir eğitime eskisinden daha fazla ihtiyaç vardır. Geleneklerin güzellikleri ile süslenen, milli şuur ile tarih şuuru ile desteklenen bir dini eğitim, ancak gençlerin kimlikli hale gelmelerine yardımcı olacaktır. Bilinçsiz olarak verilen dini eğitim ve ırkçılığı ön plana çıkaran ulus bilinci gençleri saldırganlaştırabilecektir. Her ikisi de gelecek için tehlikelidir. Doğru olan, kendi hakkına sahip çıktığı kadar başkalarının hakkına da sahip çıkacak görüp gözetecek olgunlukta bir genç yetiştirmektir. Vatan sevgisi, millet sevgisi, bayrak sevgisi, Allah sevgisi eğitimde mutlaka belirleyici bir rol üstlenmelidir.

Başta anne ve babalara görev düşüyor. Sonra da sivil toplum örgütlerine. Sonra da devletimize düşüyor bu görev. Kimse "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" dememelidir. Bu deyimi “gençliğimizin, geleceğimiz olmasını isteyenler” hiç kullanmamalıdır. Türkçe, Türk tarihi, İslâm tarihi, Selçuklu tarihi, Osmanlı tarihi, yakın tarih kültürümüzün ayakta duran eserleri, folklorumuz, masallarımız, hikâyelerimiz, edebiyatımızın diğer örnekleri, gençlerimize bilgi olarak verilmelidir. Gençlerimize örnek alabilecekleri insanlar ve o insanların başarıları anlatılmalıdır. Hedefe giderken sapmaların olmaması için, rehber gereklidir.

SORUMLULARA DÜŞEN GÖREVLER: Anneler ve babalar Bilgi sunmak, eğitmek bedel ister. Bedelini ödemediğimiz hiçbir şey bizim değildir. Bu bedeli, önce anneler ve babalar ödemelidir. Önümüze çıkan her fırsat çocuklarımızın geleceği için değerlendirilmelidir.
Sahip olunan gayrimenkuller, bankada duran paralar; sadece övünmeye yarayan kazanımlarımız olmaktan öteye geçmiyorsa, geçemiyorsa gençliğimiz, geleceğimiz olmayacak demektir. Maddi varlıklar mutlaka yarınki nesiller için aktif hale getirilmelidir.

Birinci kuşak, geleneğindeki büyükanne ve büyükbaba rolünü üstlenerek tarihteki yerini mutlaka almalıdır. "Ben emekli oldum bundan sonra altı ay Türkiye'de altı ay burada yaşarım" anlayışından vazgeçilmelidir. "Ben torunlarımın başında duracak ve onlara yapabildiğim kadar eğitmenlik, rehberlik yapacağım, benim bundan sonraki görevim budur" anlayışıyla hareket edilmelidir. Türkiye'yi sadece yıllık izin için ziyaret eden her bir Türkiyeli insan için bu böyle olmalıdır.İnsan ömrü çok kısadır. Zaman ise kıymetli. Bu süre ne kadar akıllı kullanılırsa kimlik sahibi bir genç yetiştirme açısından o kadar verimli olacaktır. Türkiye'ye yapılan yatırımlar çoğu insanımıza mutluluk yerine sıkıntı getirmiştir. Mümkünse bu sıkıntılardan kurtularak buradaki neslin geleceğine katkı sağlaması için gerekli adımlar acilen atılmalıdır.
Sivil Toplum Kuruluşları (STK) STK’ler de bedel ödemek zorundadırlar. Almanya’da hizmet veren STK ‘ler eteklerindeki taşları dökerek meselelerini oturup konuşmayı öğrenmelidirler. Almanya'da yaşayan Türkiyelilerin, üzerinde konuşacak ortak değerleri oldukça fazladır. Asgari değil, azami müştereklerimiz vardır. STK ‘leri bir araya getirmek zor değildir. Ancak onların kendi çıkarlarını değil de toplumun çıkarlarını öne almadan konuşmalarını sağlamak oldukça zordur. Almanya'da yaşayan insanımızın bilgi olarak, din olarak, siyaset olarak beslendiği kaynak Türkiye'dir. Türkiye'deki partilerdir, dini cemaatlerdir, tarikatlardır, örgütlerdir. STK ‘ler Türkiye ile elbette oyun tutacaktır, paslaşacaktır, ancak oyun alanı mutlaka Almanya olmalıdır.

Yabancılar, Türkler ve özellikle de Türk gençleri arasında işsizliğin yoğun olduğu günümüzde, gençlerin başarı durumları da göz önünde tutularak meslek eğitimi olanakları geliştirilmelidir. STK ’ler, özellikle iş adamları Türk girişimcilerinin önünü açmalı, maddi imkanlar sağlayarak, onların meslek eğitimi verecek konuma gelmeleri için çalışmalıdırlar.
Devlet Devlet kurumlarının çalışmaları sıkıntılıdır yurt dışında. Sorumlulukları vardır onların, yetkileri sınırlıdır. Buna rağmen, halkla devlet elele olmalıdır, halkımız böyle bir birliği özlemiştir. Almanya'daki gençlerin Türkiye’yi tanımaları için altyapı oluşturulmalıdır. Bunun için Türkiye'ye geziler düzenlenmelidir. Bu gezilerin konaklama, beslenme, ulaşım, rehber vb. masrafları mutlaka karşılanmalıdır. Almanya'nın önemli şehirlerinde kültür merkezleri açılmalıdır, Türk kütüphaneleri açılmalıdır. Bu çalışmalar için ihtiyaç duyulan personel Almanya'dan temin edilmelidir. Diasporadaki insanımızın ihtiyacı olan eğitim araç ve gereçleri ise mutlaka devlet tarafından temin edilmelidir. NELER YAPILMALIDIR: 1-Halkımızın sorunlarını rahatlıkla iletebileceği danışma merkezleri oluşturabiliriz.Bu merkezlerde toplanacak sorunlar ilgili makamlara ulaştırılmalı ve takibi yapılmalıdır.
2-Ana dil öğretim ve eğitim kursları açabiliriz.Gençlerimiz kendi kültürlerine tamamen yabancılaşmışlardır. Kendi kültürümüze ait güzelliklerin gençlere sunulamayışı, gençleri ister istemez yabancı kültürlerin ağına düşürmüştür. Türkçe konuşma, okuyup yazma bütün kuşaklar için önümüzde duran büyük bir problemdir. Bu konuda Türk konsoloslukları ile işbirliğine gidilmelidir. Bu konuda gerekli olan araç ve gereçlerin temininde onlardan azami derecede yardım alınmalıdır.Türkçe kursları ihtiyaca göre her ilçede açılmalıdır. Bu konuda o ilçelerde hizmet veren sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılabilir.
Çocuklarımıza ana dilleri Türkçe olan çocuk yuvaları açılmalıdır. Türkçe’nin, sınıf geçmeyi etkileyen notlu biçimiyle örgün ve yaygın olarak öğretilmesi için mücadele verilmelidir. Ana dili öğrenimi bir haktır ve ayrıca diğer dillerin öğrenilmesinin ön koşuludur. Türkçe, Almanya’da en çok konuşulan ikinci ana dildir. Dünyada 300 milyon insanın ana dilidir. Dünyada en çok konuşulan 5. dildir. Türkçe’nin bu konumundan yola çıkarak, okullarda öğretilen diğer yabancı dillerin yanında 2. yabancı dil olarak sunulması gerekir. Ayrıca Türkçe’nin birlikte yaşamaya katkısı gözardı edilemeyecek kadar önemlidir.
3-Almanca eğitimine önem verilmelidir.İçinde yaşanılan ülkenin lisanı, bir kitabı veya gazeteyi okuyup anlayabilecek derecede öğrenilmelidir. Verilmeyen hakların alınabilmesi, savunulabilmesi, aldıktan sonra da korunabilmesi için önemlidir. O ülkede doğup büyüyenler ise ülke lisanını en üst seviyede konuşmalı, anlamalı ve yazmalıdır. Çocuklar, kitap okumaya teşvik edilmeli, bunun için imkanlar sağlanmalıdır.
4-Kültürel değerler unutturulmamalıdır.Kültürel değerler çocuklara aktarılmadığı için, gençlerimiz kendisine ve çevresine yabancılaşmış, huyları ve davranışları değişmiş, duygusallığı kaybolmuş, elektronik aletlere tutkunluğu artmış, internet merakı hastalık haline gelmiştir. Gençler, insanlardan kaçmaya başlamış, yalnızlığı tercih eder duruma gelmiş, sosyal planda gerilemiş ve mahcuplaşmıştır. En kötüsü; okumaya, öğrenmeye, güzel sanatlara, çalışmaya karşı isteksizleşmiş, ilgisizleşmiş, dağınıklık hoşuna gider olmuş, giyim kuşamıyla kendisine yabancılaşmış, dîni ve millî değerlere bîgâne hale gelmiştir. Gitgide toplum ile arasındaki mesafe derinleşmiştir. Çağın baş döndürücü hızı, iki toplum arasında sıkışıp kalan talihsiz genci örseleyip bir köşeye atıvermiştir.
Arkadaşlık etme, eğlenme ve evlenme kuralları değişmiştir. Arkadaş seçiminde ailenin tavsiyesine değer verilmediği için, olumsuz kişilerle arkadaşlık yapanların sayısı çoğalmıştır. Aile olma mefhumu kaybolmuştur. Evlilikler çıkar ilişkisine bağlı hale gelmiştir. Eşlerin birbirlerine verebilecekleri ahlaki değerler ve moral gücü zayıflamıştır, yerini cinsel ilişki, şekilcilik, maddecilik almıştır. Gençlerin, çocukların, eğlenme ve yemek yeme zevkleri, alışkanlıkları tamamen değişmiştir. Gerek dini otoritenin gerekse aile otoritesinin, mahalle baskısının ortadan kalkması, gençleri bireyselleştirmiş, fıtratlarındaki saldırganlık eğilimini kamçılamıştır. Gençlerin kendilerine gelebilmeleri için kendi kültür değerleriyle tanışmaları kaçınılmazdır. Folklor kursları, musiki kursları, resim ve elişi kursları, biçki dikiş ve yemek pişirme kursları, okul öncesi eğitim için çocuk yuvaları, tiyatro kursları, hitabet vb. kursları verilmeli ve bu işin icra edileceği mekanlar mutlaka açılmalıdır. Bu konularda maliyet hesabı yapılmamalıdır.
Sofra geleneği Türk örf ve âdetinde önemli bir yere sahiptir. Bu önemli geleneğimiz ne yazık ki bugün anlamını yitirmiştir. Yitirmiştir değil hatta tedavülden bile kalkmıştır. Aile fertleri sofrada bir araya gelememektedirler. Aile üyeleri kendi hallerine bırakılmış, mecbur olmadıkları halde karınlarını istedikleri yerde doyurur hale gelmişlerdir. Sofranın en ucunda oturan aile büyüğü yoktur bugün. Sofralarımızda Allah'ın verdiği o güzel nimetlerin şükrü eda edilmiyor. Yemeklere besmele ile başlanmıyor, sofradan kalkarken dua edilmiyor, elleri yıkayarak sofraya oturmak, sofradan kalkarken izin almak, sofradan kalktıktan sonra ağzı temizlemek vb. adetlerimiz neredeyse yok denecek kadar azalmıştır.
Dini bayramlar tamamen kaldırılmış olmasa bile, önemsizleştirilmiştir. Bayram geleneği unutulunca büyükler ile küçükler arasındaki kaynaşma otomatik olarak ortadan kalkmıştır. Kendi kültürlerinden kopan ailelerin, geleneksel değer yargıları da değişmeye başlamıştır. Çocuklar bu durumdan etkilenmiş ve yaşadığı toplumun kültürünü ve inancını kendi inanç ve kültürünün yerine koymuştur. Böylece çekirdek aile bireyleri arasında ikinci bir bölünme başlamıştır.Geleceğimizin inşası için ve de içinde yaşadığımız toplumla kaynaşmak için yapılması gereken çalışmalardır bunlar. İhmal edilmemelidir. 5-Dini eğitim önemsiz hale gelmiştir. Almanya'da din eğitimi Kur'an merkezli ve mezhepler üstü bir eğitim olarak verilmelidir. Bilhassa ilmihal konularında herhangi bir mezhebin görüşü yerine Kuran’ın bu konudaki buyruğu esas alınmalıdır. Savaş ayetleri ile günlük yaşamla ilgili ayetler birbirinden ayırt edilerek çocuklara öğretilmelidir. Bunun için dini cemaatler biraraya gelerek ortak bir müfredat oluşturmalıdırlar. Mesela 2016 yılında örnek bir çalışma yapıldı. Neukölln Belediye Başkanı Franziska Giffey’ın organizasyonuyla, Berlin’de hizmet veren dini cemaatlerin yetkilileri bir araya getirildi. Bu toplantının konusu ‘oruca başlama yaşı’ idi. Gerekçe olarak, ‘yazın uzun günlerde (18-20 saat) oruç tutmak çocukların dersten düşmesine, oruç tutanlarla tutmayanlar arasında kavgaların çıkmasına sebep olduğu’ gösterildi. Belediyenin ilgili birim başkanları ve müdürleri de vardı bu toplantıda. İlk sözü ilçe eğitim müdür aldı, sonra gençlik dairesi başkanı sonra da emniyet müdürü. Belediyenin tüm kurumları bu durumdan rahatsızdı. Sonra söz bizlere geçti. Soru aynen şöyle soruldu: “İslâm oruç tutma yaşını kaç olarak belirlemiştir?” Tartışıldı, ama kesin sonuç alınamadı. Bir ay içinde 4 kez bir araya gelindi. Gelindi gelinmesine de dini cemaatlerin temsilcilerinin attıkları taşlar bir kuyuda toplanamadı. Herkes kendi çaldı kendi oynadı. Belediyenin gösterdiği gerekçenin üzerinde duran bile olmadı. Mezhepler üzerinden gidilerek bildik konuşmalar yapıldı. Berlin’in iklim şartları üzerinde konuşulmadı. Mezheplerin görüşü olan bildik yaşlar (9-12, 12-15, 17-18) tekrar edildi. Toplantı sonunda tutanaklar tutuldu ve cemaatlere ve okullara gönderildi. Benzer çalışmaları Berlin’de hizmet veren dini cemaatler rutin olarak kendi aralarında yapmalıdırlar. Bizim insanlarımızın büyük çoğunluğu cuma günleri camiye giderler. Dini cemaatler kendi aralarında bir araya gelerek veya bir üst akıl onları bir araya getirerek onların ayda bir ortak hutbe okumalarını sağlamalıdır. Bütün camilerde aynı hutbe okunmalıdır. Eğitim ve öğretim konusunda veliye düşen görevler sık sık hatırlatılmalıdır. Bu çalışma, devamlılığı olan bir çalışma olmalıdır. Bu çalışma için dini cemaatlerin eğitimcilerinden ve hocalarından birer temsilci alınarak bir komisyon kurulmalıdır.
6-Eğitim Senatörlüğü ve ilçe Eğitim Müdürlükleri ile işbirliği içine girilerek bilgi alışverişinde bulunulmalıdır.Problemlerimiz ve çözüm yollarını gösteren yazılı bir metin, muhataplarına dosya halinde sunulmalıdır. Bu konularda velileri bilgilendirici seminerler düzenlenmelidir, açık oturumlar yapılmalıdır. Ancak, sorunların tespitinde ve çözümünde hedef kitlenin dünya görüşleri, dini hassasiyetleri, kültürleri ve içinde yaşadıkları toplumun “mahalle baskısı” göz ardı edilmemelidir. Bu konularda velilerin aktif hale getirilmesi sağlanmalıdır. Almanya velilerin tekliflerine değer veren bir ülkedir. 7-Partilerin eğitim sözcüleri ile bilgi alışverişinde bulunulmalıdır.Problemlerin çözümünün önemli ayaklarından biri de siyaset makamıdır. O makam ihmal edilmemelidir. Konunun uzmanı olan bürokratlar ve milletvekilleriyle birlikte çalışmalar yapılabilir. Lüzumu halinde bu çalışmalar kamuoyuyla paylaşılabilir. Ayrıca gençler farklı partilerde yer almaya teşvik edilmelidir. Siyaset meydanı boş bırakılacak bir meydan değildir.
8-Çalışmalara önce okullardan başlanmalıdır.Hangi okullarda çalışma yapılacaksa STK’lerin yıllık çalışma planında belirlenmelidir. Okul yönetiminden isteklerimizin, neler olduğu dosya halinde kendilerine sunulmalıdır. Birlikte yapılacak çalışmalarda mutlaka yer alınmalıdır. Sorunların tek taraflı çözülemeyeceği konusunda okul yönetimi ikna edilmelidir. Sorunlara suçluluk psikolojisi içinde yaklaşılmamalıdır: Biz, Almanyalıyız. Burada çalışıyoruz, vergimizi ödüyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın yeniden imarın büyük katkımız olmuştur. Çocuklarımız burada doğdu, büyüdü. Saçları siyah olmasaydı onlara Alman denirdi. Bu çevrede dolaşıyorlar. Temel eğitimlerini çocuk yuvalarında aldılar. Yanlış yapıyorlarsa bu yanlışlık bize ait değildir, Alman eğitim sistemine aittir. Çocukların saçları siyah diye, onların yaptıkları yanlışlıklardan tek taraflı olarak sorumlu tutulamaz. Yetkililere bu durum ısrarla her platformda iyice anlatılmalıdır.
9-Okullarda veli toplantılarına mutlaka katılınmalıdır Alman öğrencilere ve onların velilerine Almanya’daki yabancı gerçeğini, Müslüman gerçeğini anlatacak olanlar, okul yönetimidir, öğretmenlerdir. Bu konularda okul yönetiminin, öğretmenlerin olumlu yönde aktif görev almaları sağlanmalıdır. Yabancıları ve Müslümanları ötekileştirmenin, eğitimin önünde duran önemli engellerden biri olduğu gerçeği hakkında okul yönetimi ve öğretmenler uyarılmalı ve ikna edilmelidirler. 10-Okullarda öğrencilerin kökenleri, tarihi, dili, inancı ve gelenekleri konusunda aşağılandığı duyumları alınmaktadır.Yaşanılan ülkelerdeki resmî ideolojiler Türkleri barbar olarak, çi***ne olarak tanıtırken genç bu tanıtım karşısında aktif olamamış ve söylenenleri kabul etmek zorunda kalmıştır: Çünkü genç kendi tarihini bilmemektedir. Bu durum genci aşağılık kompleksine düşürmüştür. "Türkler barbar değildir, çi***ne değildir" demek onun için belki kolaydır ama bunu ispat edecek bilgi donanımı onda yoktur. Aşağılanmaya vesile olacak davranışlar konusunda veliler ve öğrenciler bilgilendirilmelidirler. Yetkililerle görüşülmeli ve gerekli alt yapı çalışmaları yapılmalıdır. El ilanı, broşür vs. ile hedef kitle aydınlatılmalıdır. Televizyon, gazete ve dergilerde, Almanya'nın geleceği için yabancılarla “birlikte yaşama kültürü” oluşturulması için programlar yapılması teklif edilmeli ve bu tekliflerde ısrarcı olunmalıdır. Alman eğitim sistemindeki yanlışlıklar tespit edilerek ilgililere ve yetkililere çeşitli kanallardan ulaştırılmalıdır.
11-Alman medyası ile iletişime geçilerek taleplerimiz iletilmelidir.Gidişattan, yabancıların kendilerinden sorumlu olduğu kadar, Almanlar da sorumludur. Yabancıları hedef tahtasına koyan Alman siyasetçileri ve bürokratları da sorumludur. Almanların yaptıkları yanlışlıklar da medya ile paylaşılmalıdır. Bu konularda açık oturumlar ve sempozyumlar düzenlenmelidir. Almanlar empati yapmaya davet edilmelidir.
12-Zaman zaman eğitim kampları düzenlenerek öğrencilere ve ailelere görevleri anlatılmalıdır.Bu kamplarda, ailelere çocuklarının içinde bulunmuş oldukları şartlar hakkında bilgi verilerek çocuklara nasıl davranmaları gerektiği anlatılmalıdır. Bu kamplarda; arkadaş seçiminin önemi anlatılmalıdır, çocuklara okuma sevgisi aşılanmalıdır, okuyabilecekleri Türkçe ve Almanca hikâye, masal ve şiir kitapları tavsiye edilmelidir. Tavsiyeden öte o kitapların temini konusunda ellerinden tutulmalıdır. Ayrıca okuma saatleri düzenlenmelidir. Böylece okuma etkinliğine velilerin de katılmaları sağlanmalıdır. Okuma günleri düzenlemenin önemi buralarda anlatılarak diğer zamanlarda da rutin olarak bulundukları çevrede okuma günleri düzenlemeleri tavsiye edilmelidir.
13-Almanya içine ve Almanya dışına geziler düzenlenerek öğrenciler arasında arkadaşlıkların güçlenmesine yardımcı olunmalıdır.Toplu geziler çocukların üzerinde unutulması mümkün olmayan tatlı hatıralar bırakacaktır, bilgilerini ve görgülerini artıracaktır. Sağlam arkadaşlıkların oluşmasına vesile olacaktır. Avrupa ülkelerine, özellikle de Türkiye'ye kültür gezileri düzenlenmelidir. Bu geziler, rehberler eşliğinde yapılmalıdır. Çocuklar bu gezilerde hem eğlenecek hem de eğlenirken tarih ve kültür miraslarını tanıyacaklardır. Bilgi ve görgüleri artacaktır, dilleri gelişecektir. 14-Eğitimin önemi ve ailelerin bu konulardaki görevleri hakkında hazırlanacak kamu spotları sosyal medyada, radyolarda ve değişik yayın organlarında yayınlanmalıdır.Zamanımızda, kitle iletişim araçlarının insanların günlük yaşamlarında önemli yeri vardır. Bu araçlar aracılığıyla insanlara ulaşmak daha kolaydır. Eğitimin önemi ve ailelerin görevleri hakkında hazırlanacak kamu spotları bu araçlar marifetiyle kitlelere ulaştırılmalıdır. Buralarda sunulan bilgiler akıllarda kalıcı olacaktır.
15-Gençlerin danışmanlık alabileceği merkezler olmalıdır.Çocuklarımız, gençlerimiz baş edemedikleri sorunlarını bu merkezlerde uzmanlarına danışarak çözebilmelidirler. 16-Bütün bu çalışmalar için gerekli olan maddi destek sağlanmalıdır.Arkasında maddi desteği olmayan hiçbir oluşum, lazım gelen çalışmayı yapamaz. Eğitime yapılan yatırım uzun vadede geriye döner, aceleci olmamak gerekir, sabırlı olmak gerekir. Bu konuda iş adamlarına büyük görevler düşmektedir. Kuracakları vakıflarla ihtiyaç duyuılan alanlarda hizmete hazır vaziyette beklemelidirler.

27/05/2022

EVLİLİK; GÖREVLER VE SORUMLULUKLAR
Yaz geldi, COVİD 19 kısıtlamaları da kalkınca evlilikler çoğaldı. Bu aslında sevindirici bir durum. Ancak ben bu yazımda zamanımızda evliliklerin uzun soluklu olmayışının sebepleri üzerinde duracağım. Bir hevesle davullar çalınıyor, horonlar ediliyor, zeybekler oynanıyor, halaylar çekiliyor, bir de bakıyoruz ki, kısa bir süre sonra boşanmanın eşiğine gelinmiş, aileler birbirine girmiş ve son nokta konulmuş. Yazık hem de çok yazık.
Evlilik bir kurumdur, iki ayrı cinsin yaşamlarını kamu otoritesinin önünde şahitlerin huzurunda birbirlerine verdikleri sözle birleştiren kurumdur. Kutsallığı olan bir kurumdur. “Bir ömür boyu aynı yastığa baş koymak” deyimiyle anlatılır evlilik bizim kültürümüzde. Taraflar söz verirler birbirlerine, “İyi günde kötü günde; sağlıkta ve hastalıkta, yoksullukta ve bollukta, ölüm bizi ayırana kadar seni seveceğime yemin ederim.„ Bu bir yemindir. Bizim kültürümüze ait bir yemin değildir ama bize ait olan “Bir ömür boyu aynı yastığa baş koymak” deyiminin içeriğiyle örtüşen bir yemindir. Aile kurumunun korunması için yapılan bir yemindir. Daha ilk adım atılır atılmaz yapılır bu yemin. Çok önemlidir. Yemin kutsalın üzerine yapılır. Gelenek böyledir. Aile de kutsaldır ve üzerine yemin edilmektedir. Tarafların Allah’ın huzurunda yaptıkları bu yeminlerine uymaları gerekir. Yeni bir aile yapılanmaya başlamıştır. Toplumda yerini alacaktır. Bu ailenin çocukları olacaktır. Sonraki toplumun geleceğini de onlar inşa edeceklerdir. Yeni yapılanan aile gibi onlar da zamanı geldiğinde aile olarak yapılanacaklardır. Bu bir süreçtir. Allah toplum düzeninin böyle kurulmasını arzu etmiştir.
Evlilik sadece cinsellikle izah edilemez. Ancak çağımızda bu çark tersine döndürülmüştür. Evlilikler cinsellik için yapılır hâle gelmiştir. Dolayısıyla kısa sürmektedir. Üç aylık altı aylık bir senelik evliliklere şahit olmaya başladık. Kısa süreli olan bu talihsiz evlilikler çağımızın hastalığıdır. Vebâ gibi. Evet, çağımızın evliliklerinin kısa sürmesi bir hastalıktır. Bulaşıcıdır. Tedavi edilmesi gerekir.
Hastalığın mikropları; egoistliktir, maçoluktur, feministliktir, sorumsuzluktur, sevgisizliktir, cehalettir, tanrı tanımazlıktır, örften, gelenekten uzaklaşmaktır, şımarıklıktır, maddeciliktir.
Şehir yaşamı ve küreselleşme bu mikropların hızla yayılmasını sağlamış ve evlilik kurumunun yapılanmasını büyük ölçüde değiştirmiştir. Kültürel değerler, gelenekler ve dini inançlar önemini kaybetmeye başlamıştır. Bu değerler evlilikleri etkileyen önemli faktörlerdendir. Aileler, eşler, olup bitenin farkında olmalıdırlar. Hastalar mutlaka tedavi için “gelenek” hastanesine yatırılmalıdırlar.
Gelenek hastanesinde çiftlere, yukarıda isimleri zikrettiğim mikropların panzehri verilmelidir. Panzehrin karışımında bulunması gereken etkin maddeler şunlar olmalıdır:
Eşler birbirlerine empatiyle yaklaşmalıdırlar, olumlu veya olumsuz duygularını açık-seçik, içten ve özgür biçimde paylaşmalıdırlar, bireysel farklılıklarını yok saymamalıdırlar, istenilen neticenin alınması için eşler birbirine ön şartsız yaklaşmalı ve gönüllü olarak işbirliği yapmalıdırlar.
Eşlerin günlük yaşamlarında birbirleriyle şakalaşmaları ve espri yapmaları gerekir. Somurtkanlık, kavga ve birbirini yok sayma sevgiyi zedeler.
Eşler kendilerini merkeze alan kişiler değil de problemleri merkeze alan kişiler olmalıdırlar.
Eşler ailenin geleceği için mutlaka sorumluluk almalıdırlar.
Eşler zaman zaman birbirlerini ödüllendirmeli ve birbirlerini takdir etmelidirler. Sevgilerini birbirlerine mutlaka göstermelidirler; hediyeleşerek göstermelidirler, yemeğe giderek, sinemaya, tiyatroya giderek, geziye giderek göstermelidirler. Ama mutlaka göstermelidirler.
Eşler ailelerinin olumsuz yönde yaptıkları yönlendirmelerin tesirinde kalarak, birbirlerini incitmemelidirler. İçinden çıkıp geldikleri aileler de yeni yapılanmaya başlayan tecrübesiz evlilere destek olmalıdırlar, onların yaşamlarını kontrol altına almaya çalışmamalıdırlar. Eşler senin ailen benim ailem tartışmasına girmemelidirler. Evde parasal konular hiçbir zaman merkeze konmamalıdır. Senin paran benim param gibi tartışmalar ailenin dengesini bozar.
Evlilik eşlere huzur vermesi gereken bir kurumdur. Huzuru sağlamanın şartı da eşler arasında yeşerecek olan sevgi ve merhamet duygusudur. İnsanın kendisine huzur verecek bir eşe ihtiyacı vardır. Fıtrat böyledir.
İnsan türlü türlü nimete sahip olsa da kendisine huzur ve mutluluk verecek bir eşe, hayat arkadaşına ihtiyaç duyar. Bu onun fıtratında var olan bir ihtiyaçtır. Zira yalnızlık Allah’a mahsustur.
Evlilikte huzurun kaynağı ise sevgi ve muhabbettir. Burada dikkat edilmesi gereken bir şey de bu iki duygunun eşler arasında beraber bulunması gerektiğidir. Ne sevgisiz bir merhamet ne de merhametsiz bir sevgi evlilikte huzurun kaynağı olabilir. Bu duygulardan birinin olmadığı bir ilişki, bir tarafı diğer tarafa karşı adaletsiz, hatta bazen zorba durumuna düşürebilir. Medyada ya da çevremizde gördüğümüz eşlerin, birbirlerine sözlü, psikolojik ve hattâ fiziksel olarak uyguladıkları şiddetin en önemli sebeplerinden biri merhametin olmamasıdır. Bu durumdaki çiftlerle konuşulduğunda dikkat çeken en önemli şeylerden biri “aslında ben eşimi çok seviyorum” ifadesidir. Sevgi varsa o zaman eksik olan merhamettir. Hem sevmek hem de şiddet uygulamak olmaz.
Peygamberimiz ne güzel buyurmuştur: “Merhamet edin, merhamet olunasınız. Affedin, af olunasınız. Yazıklar olsun o laf ebesi olanlara. Yazıklar olsun o günahlarına bilerek devam edip, istiğfar etmeyenlere.“
Başka bir hadiste de şöyle buyurur Efendimiz: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”
Eşlerin gerek birbirlerine karşı gerekse ailelerine karşı sorumlulukları ve görevleri vardır. Görevler sorumluluk anlayışıyla yerine getirilmelidir. Bu sayede, hem huzur kaynakları olan yuvalarını hakkıyla muhafaza etmiş, hem de dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmış olacaklardır. Sözü, sözün Sahibi’ne bırakarak yazıma noktayı koyayım:
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum, 30/21)
“Onlar sizin için, siz de onlar için birer elbisesiniz.” (Bakara, 187)
Allah yuvalarımızı zamanın virüslerinden, onların tasallutundan uzak bir şekilde; sevginin, huzurun, merhametin ve muhabbetin adresi eylesin…

26/04/2022

BERLİN'DEN YÜKSELEN ÇIĞLIK-ZEKAT 2022
Ha-ber.com internet sayfasındaki köşemde 2011 yılında zekât konusunu işlemişim. Aradan 11 sene geçmiş. Bu sene o yazıyı aynen önemine binaen tekrar istifadenize sunuyorum. Çünkü yazıya ilave edilecek fazla bir şey yok. Müslümanlarda bir değişme, gelişme olmuş mu, ona birlikte bakalım. Allah’ın mal mülk verdiği, zengin kıldığı Müslümanlar ne âlemde bir görelim. Sadece, davetlerde fotoğraf çektirmekle mi meşguller, yoksa bu üç sene zarfında üç tane de olsa bazı kurumların altına imza koymuşlar mı, bakalım:
MADDEYE TAMAHKÂR OLMAMAK LAZIMDIR
Ramazan ayının içindeyiz. Bu ay Kur’an’ın indiği aydır. Bu ay kendimizi, bizlere helal kılınan yiyeceklerden, içeceklerden ve de helalimizden tutmamız gereken aydır. Bu ay reddi kelam etmemiz gereken aydır. Bereketli bir aydır. Oruç ayıdır. Oruç, bizden önce gelenlere de farz kılınmıştır. Amaç arınmaktır. Kişinin kendisini eğitmesidir. Aç kalarak, susuz kalarak ve de cinsellikten uzaklaşarak, reddi kelam etmesidir. Buyruk böyledir. “ Ey imân edenler, oruç sizden öncekilere yazılı bir kanun haline getirilerek farz kılındığı gibi, size de yazılı bir kanun haline getirilerek farz kılındı. Umulur ki, Allah'a sığınarak emirlerine yapışır, günahlardan arınır, azaptan, sağlığınızın bozulmasından, hastalıklardan korunur, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarınıza ve özgürlüklerinize sahip çıkarak şahsiyetli davranır, dinî ve sosyal görevlerinizin bilincinde olursunuz. (2/183 Bakara Suresi, çeviri; Ahmet tekin)
Ayrıca, zekâtlar, fidyeler, fitreler ve mali yardımlar da genellikle bu ayda verilir. Mali yükümlülükler de kişinin eğitimiyle ilgilidir. Mali yükümlülükler konusunda Müslüman bilinçli olmalıdır. Müslüman sadaka olarak sayılan bu yardımları nereye ve niçin verdiğinin şuurunda olmalıdır. Zekâtın nerelere verileceğini özellikle madde madde sayarak belirleyen Allah, miktarını belirlememiştir. Yerel otoriteler tarafından belirlenmesi öngörülmüş olmalıdır. Peygamberimiz tarafından belirlenen miktar %2.5 iken bugün bu miktar yukarıya doğru çekilmelidir. %5 olmalıdır %10 olmalıdır. Buyruk şöyledir:
“Zekât malları ancak;
temel ihtiyaçlarını gideremeyen yoksulların,
hiç çalışamayacak durumdaki hasta, yatalak, yaşlı, özürlü ve benzeri düşkünlerin,
Zekât toplamak ve dağıtmakla görevli memurların,
İslâm’a yeni giren veya girmesi umulan kişilerin, yani gönülleri İslâm’a ve Müslümanlara ısındırılması gereken kimselerin,
Başkalarının boyunduruğu altında ezilen işçi, hizmetçi, esir ve kölelerin,
meşrû yöntem ve amaçlarla borçlanmış olup da, elinde olmayan sebeplerle sıkıntıya düştüğü için, acil paraya ihtiyacı olanların,
Allah yolunda çarpışan mücahitlerin, İslâm’ı anlamak, öğrenmek, öğretmek, duyurmak için yola çıkmış ama ihtiyaç içinde olanların,
Ve evinden yurdundan uzak düşmüş, memleketine dönemeyecek şekilde yolda kalmış kimselerin hakkıdır.
Bu düzenleme, bizzat Allah tarafından konulan ve hepinizin uyması gereken bir yasadır. Allah, her şeyi bilendir; sonsuz ilim ve hikmetiyle en mükemmel kanunları koyan bir hakîmdir.
O hâlde, gücünüz yettiğince bu yasaları uygulamalı, birtakım çıkar hesaplarıyla buna engel olmaya çalışan ikiyüzlüleri iyi tanımalısınız.” 9/60 Tevbe Suresi, çeviri; Mahmut kısa).
Ancak Müslümanlar bugün zekât verilecek yerleri tek maddeye indirmişlerdir. Birinci ve ikinci maddeyi birleştirerek yapmışlardır bunu. Diğer 6 madde sanki gizli bir el tarafından sansürlenmiştir.
Kur’an’ın detaylandırarak anlattığı zekât, mümkün olduğunca yaşanılan yerin (Berlin’in) dışına da çıkarılmamalıdır. Kur’an’ın buyruğu bu yöndedir. Müslüman önce bulunduğu çevredeki insanlardan sorumludur. Buyruk şöyledir: “Başkaları için ne harcayacaklarını sana soruyorlar. De ki: “İyilik/hayır umarak yapacağınız harcama, [önce] ebeveyninize, yakın akrabanıza, yetime, muhtaca ve yolcuya aittir; her ne iyilik yaparsanız mutlaka Allah onu çok iyi bilir.” (2/Bakara Suresi 215, çeviri; Muhammed Esed)
Dolayısıyla yardımlarınızı yaşadığımız yerin dışına çıkarmak için kapımıza gelenlere sakın itibar etmeyelim. Kim olursa olsun, hangi yardım kuruluşu olursa olsun itibar etmeyelim.
Bugünlerde yardım kuruluşları, duygularımızla hareket etmemizi sağlayacak broşürler yayınlamaya başladılar. Televizyonlara reklamlar veriyorlar, el ilanları dağıtıyorlar, Afrikalı çaresiz insanların fotoğraflarını broşürlere basarak duygularımızı tetikliyorlar/sömürüyorlar. Her gün, yerden pıtrak (Kırlarda yetişen yabanî otun dışı dikenli tohumu) biter gibi yardım kuruluşları çıkıyor ortaya. 50 yıldır böyle yapıyorlar, hele son senelerde bu yoldan geçinenlerin sayısı daha da fazlalaştı.
Lütfen sorumluluk bilinciyle hareket edelim. Geleceğimizi düşünelim, çocuklarımızı düşünelim. Yardımlarımızı öncelikle kendi çocuklarımızın geleceği için yapalım. Onların kimliklerini korumak için yapalım. Sorumluluk bilincidir insanı olgunlaştıran, sorumlu kılan. Hesabımızı, kitabımızı bu bilinçle yapalım. Görev bilinciyle hareket edelim.
Yardım kuruluşlarının, kira paraları, personel çalıştırıyorlar ve onların maaşları, verdikleri reklamların paraları verdiğiniz yardımlarınızdan karşılanıyor, bunu bilesiniz. Bu yardımların ne kadarı yerine ulaşıyor onu da bilmiyoruz.
Yardım kuruluşlarının topladıkları paraların ortalama hesabını yaparak çıkalım yola, bakalım ne işe yaramış bugüne kadar onlara verdiklerimiz: Bütün Almanya’yı hesaba dahil edelim ve hesabı sadece Türkiyeliler üzerinden yapalım. 4 milyon insanımız yaşıyor Almanya ‘da. 3 milyon insanımızı bir kenara bırakalım ve bir milyon insanımızı esas alarak hesabımızı yapalım.
ALMANYA’DA TAHMİNİ OLARAK YILDA BİR MİLYAR EURO TOPLANIYOR
Yardım kuruluşlarına verilen bağışları; zekât, fidye, fitre, bağış ve kurban olmak üzere şahıs başı 100 € olarak hesaplayalım. 1.000.000×100=100 milyon € yapar. Bu hesaptan yola çıkarsak son on yılda 1 milyar € toplanmış demektir. Bu bir milyar € genel olarak Afrika ülkelerine gönderildi, Filistin’e, gönderildi, Irak’a, Suriye’ye gönderildi, Afganistan’a gönderildi hâlâ da gönderiliyor.
Şimdi sonuca bakalım; Filistin’i ayağının üzerine kaldırabildik mi, kaç tane Afrika ülkesini açlıktan kurtardık, kaç tane Afrika ülkesi bizim yardımlarımızla ayağa kalktı, kaç tane Afrika ülkesi bu vesileyle sorunlarını çözdü?
Yardım yapılan ülkelerin problemleri çözülmediği gibi, her geçen gün kervana bir başka ülke daha katılıyor…
Unutmayalım bu yardımların birkaç mislini onlara Birleşmiş Milletler (BM) de yapıyor. Avrupa ülkeleri ve İslâm ülkeleri de yapıyor. Buna rağmen o ülkelerde problemler azalacağı yerde artıyor. Şimdi Suriye çıktı sahneye. Yine keselerimizin ağzını açtırdılar bize. Yarın bir başkası çıkacak.
Emperyalist ülkeler bir bahane uydurarak önce oradaki insanları bombalıyorlar. Evsiz yurtsuz bırakıyorlar. Sonra da Müslümanlara değişik isimlerde yardım kuruluşları kurdurtuyorlar. Paralar, bilezikler, yüzükler, küpeler dolduruluyor torbalara. İhtiyaç gösterilen yerlere o paralar gönderiliyor. O paralarla silahlar alınıyor, mühimmat alınıyor. Silahları satan emperyalistler, alanlar ise genelde Müslüman ülkeler, gruplar. Öldüren de Müslüman öldürülen de. Onlar birbirlerini daha iyi öldürsünler (!) diye yardım kuruluşlarına yardım edenler de Müslümanlar.
Filistin’e, yıllardan beri yardım gönderilir. Bitti mi Filistin meselesi? Duruldu mu sular? Küçücük Filistin’de iki tane grup var. El-Fetih ve Hamas. Kendileriyle didişmekten düşmanlarına karşı ortak tavır bile alamıyorlar. Çünkü kendi içlerindeki silah tüccarları o savaşın bitmesini istemiyorlar.
Perde arkasında dönen dolapları görmek lazım. Avrupa’da yaşayan bizlere ne Türkiye, ne de Birleşmiş Milletler elini uzatıyor, ne de içinde yaşadığımız Avrupa ülkeleri. Oysa aynı Türkiye Somali gibi dünyanın başka ülkelerine yardım gönderiyor. BM de yardım gönderiyor oralara. Bizlere sahip çıkan yok. Bizim kendi göbeğimizi kendimizin kesmesi gerekiyor. Hesabı Allah önce çocuklarımızdan başlayarak soracak bize. “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz! O ateşin başında, acımasız/sert, güçlü, Allah'ın kendilerine emrettiğine karşı gelmeyen, emrolunduklarını yerine getiren melekler vardır. ”(66/ 6 Tahrîm Suresi, çeviri; Bayraktar Bayraklı)
Sadece çocuklarımızın karnını doyurmakla bu azaptan kurtulamayız. Onların ruhlarını da doyurmamız gerekiyor. Onları kimlikli bir nesil olarak yetiştirmeliyiz. Hz. Ali der ki: ”Çocuklarınızı yetişkin olarak bulunacakları çağa göre yetiştirin.” Çocukları yetiştirmek için müesseseler kurmalıyız. Çocuk yuvalarından başlamalıyız işe. Müfredâtının hazırlanmasında dahlimizin olabileceği bir yuvadan bahsediyorum. Teşvikler alarak, para kazanmak için açtığımız yuvalardan değil. Kültür merkezleri kurmalıyız.
ÖLÜM HAKTIR, DÜNYA FANİDİR
İnsan geriye dönüp baktığında keşke yapmasaydım diyeceği işleri yapmamalıdır. Dünya fanidir ve çok kısadır. Bu tespitime katılmak için sadece aynaya bakmanız yeterli olacaktır. Yol haritasını vermiştir ALLAH elimize. Bu yolda, yol işaretlerine dikkat ederek yürümek gerekir.
Berlin’de yaşıyoruz. Aradan tam 50 yıl geçmiş. Bu kadar yılda elde ettiğimiz tecrübeler ve birikimler bizleri hata yapmaktan alıkoymalıdır.
Biz güzel olmak istemiyoruz, güzeli görmek istiyoruz. Güzel olmaya çalışmak egoistliktir, güzeli görmeye çalışmak ise fedakârlık ister. Güzeli görmeye çalışan aynı zamanda güzel de olur. Yol O`nun yoludur. Gerisi angaryadır.
AFRİKA ÜLKELERİNİ MÜSLÜMANLAR FAKİRLEŞTİRMEDİ
Afrika ülkelerini Müslümanlar, halkı Müslüman olan ülkeler fakirleştirmedi, aç bırakmadı. Avrupa ülkeleri ve Amerika aldı o insanların elinden ekmeğini. Emperyalistler, ekmeğini elinden aldığı insanların karınlarını da Müslümanlara doyurtarak bir taşla iki kuş vuruyorlar. Sonuçta her iki durumda da kârlı çıkan onlar oluyorlar.
Müslümanlar da işin bu taraflarını hesaba katmadan dolmuşa binerek kısa yoldan Cennetin(!) yolunu tutacaklarına inanıyorlar, o kadar inanıyorlar ki; kuruntularından yanlarına yaklaşılmıyor. “Ben bu sene zekâtımı, kurbanımı Filistin’e gönderdim, Suriye’ye gönderdim, Irak’a gönderdim…” diye tafralarından yanlarına yaklaşılmıyor. Çocuklarınızın durumu nasıldır diye sormaya gerek bile yoktur. Nasıl olduğu bellidir.
BİZİM ÇOCUKLARIMIZA KİM SAHİP ÇIKACAK
Anne ve baba olarak bizler, sorumluluk duygusu taşıyan bizler, “Yakıtı insanlar ve taşlar/putlar olan Cehennem azabı (66/6 Tahrim Suresi, çeviri Mustafa Öztürk)” ndan korkan bizler: Çocuklarımızın durumu bu kadar vahimken, göz önündeyken, bu vurdumduymazlık niyedir.
Müslümanlar yukarıda hesabını yaptığımız parayı Almanya’da bıraksalardı; bugün Almanya İçin Altarnatif (AFD) Partisi ve Sarrazin gibiler kendilerine malzeme bulamayacaklardı. Adımız göçmen olmayacaktı, yabancı olmayacaktı. Sahibimiz buyurur ki: “Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.”(10/100 Yunus Suresi, çeviri; Yaşar Nuri Öztürk)
PİSLİK;
-kaos demektir,
-anarşi demektir,
-aşağılanma demektir,
-tepelenme demektir,
-kölelik demektir,
-açlık demektir,
-sefalet demektir,
-gözyaşı demektir,
-kan demektir…
Halkı Müslüman olan ülkeler pislik içindedirler bugün? Görevlerini yerine getirmedikleri için bu böyledir. Sahip oldukları zenginlikleri Müslümanların kalkınması için yatırıma dönüştürmedikleri için bu böyledir. Sahip oldukları paralarını emperyalistlerin bankalarına koyarak onları zenginleştirdikleri için bu böyledir.
BU PARALARLA ALMANYA’DA NELER YAPILABİLİRDİ
Bu paralarla vakıflar kurulurdu.
Bu vakıflar aracılığıyla üniversite öğrencelerine hatırı sayılır burslar verilirdi.
Yine üniversite öğrencileri için yurtlar açılırdı.
Üniversiteyi bitirenlerin doktora yapmaları teşvik edilirdi,
Hastaneler yapılırdı. Müslümanların hastaneleri, kilise hastaneleri gibi
İslâm’ın tanıtımı amaçlı, aşevleri kurulurdu; böylece parklardaki, köprü altlarındaki insanların midesine sıcak çorba inerdi.
Ehl-i Kitab’a yönelik İslâm’ı tanıtıcı programlar düzenlenir, çalışmalar yapılırdı.
Araştırma merkezleri, enstitüler kurulurdu.
Çocuk yuvaları açılırdı.
Kamu yararına çalışan dernekler desteklenirdi.
Tercüme büroları açılarak ihtiyaç duyulan eserler Almanca’ya çevrilirdi. Almanca’dan da Türkçe’ye.
Çocukların ve gençlerin bilinçlenmesine vesile olacak, bilgi ve görgülerini artıracak, onların tarih bilincini geliştirmek kültür ve araştırma gezileri düzenlenirdi.
Türkçe dil kursları açılırdı,
Uygun olan yerlere minareli camiler, kültür merkezleri yapılırdı; böylelikle Müslümanlar fabrika binalarından, arka avlulardan, bodrumlardan kurtulmuş olurlardı; dinlerini bodrumlara hapsetmezlerdi.
Ve tüm bu kurulumlarda çalışacak olan personelin maaşı da, yine bu fondan karşılarlardı.
Gazete çıkarılırdı, dergi çıkarılırdı, haber ajansları kurulurdu, televizyon kanalları kurulurdu, radyo yayın merkezleri kurulurdu v.b. Böylelikle zekât ayetinden sansürlenen o 6 madde de işlerlik kazanırdı.
SONUÇ:
1-Allah bize öncelikle kendi neslimizden hesap soracaktır. Berlin’de, Almanya’da yaşayan neslimizden hesap soracaktır. Ehl-i Kitap’la olan ilişkilerimizden hesap soracaktır. Bir Kitap Ehli’nin; “Ya Rabbi bu Müslüman kulun 40 sene bana komşuluk yaptı ve bir gün olsun benim kapımı çalmadı, İslâm nedir anlatmadı. Kurbanını Afrika’da kesti, zekâtını fitresini Afrika’ya gönderdi, ben kurbanda sadece kan gördüm, boğaların vahşice boğazlandığını gördüm. Bunlar yetmiyormuş gibi benim karımı-kızımı baştan çıkardı bu komşum, ben bu kulundan şikâyetçiyim” derse kimse yakasını kurtaramaz Yüce Yaratıcı’nın elinden. Çünkü Kur’an, yardımların en yakınından başlayarak yapılmasını ister. Ehl-i Kitap’a da çok önem verir.
2-Afrika halkı, Asya halkı, Arap halkı bugün olağan üstü bir durumla karşı karşıyadırlar ama bu duruma durup dururken gelmediler. Allah onlara yeraltı ve yer üstü zenginlikleriyle donattı. Onlar kendi zenginliklerine sahip çıkmadılar/çıkamadılar. Devlet iyi yönetilmedi. Halk da kötü yönetimlere zamanında müdahale etmedi. Kıtlığın altında yatan şey, kuraklık gibi doğal afetler değil. Bunlar tetikleyici sebepler. Asıl sebep, uluslararası kapitalizmin ülkenin tarım sektörünü çöküntüye uğratmış olmasıdır. Allah elbette bu insanlara yardım etmemizi ister bizden. Ancak onlardan kendi sorunlarını kendilerinin çözmelerini öncelikle ister.
3-Allah zekâtın sekiz yere verilmesi gerektiğini buyurur. 100 Euro zekatımızın olduğundan hareket edelim. 100:8=12,50 eder.
“1-Fakire 12,5+
2-Miskine 12,5= 25 yapar. Yani fakirin direk zekâttan alacağı pay %25 tir. Bundan dolayı zekatımızın, maddi yardımlarımızın %25’ini Afrika ülkelerine veya başka ülkelerdeki muhtaç insanlara veya zulme uğramış insanlara gönderebiliriz, göndermeliyiz de.
ANCAK, KALAN %75’DEN DİREK OLARAK FAKİRİN HAKKI/PAYI YOKTUR. DOLAYLI OLARAK VARDIR:
1-Bu pay, borçluların payıdır. Herhangi bir sebepten dolayı işini kaybetmiş veya borçlanmış, ödeme sıkıntısı çeken kişinin payıdır. Fakirlere hizmet etmesi için kurulacak başka kurumların payıdır.
2-Bu pay, İslâm’ı kendilerine anlatmamız gereken insanların payıdır. (Müellefet-ül kulûb) Gayri Müslimlerin, ateistlerin, müşriklerin, kitap ehli olan insanların payıdır.
3-Bu pay, zekâtı toplamak ve gerekli yerlere dağıtmakla ilgili kurumun payıdır (zekât memurları). Zekâtı Müslümanlardan oluşan bir konseyin kurduğu kurum toplayacaktır. O kurumda çalışan insanlar fakirin tespitini yapacak, ihtiyaçlarının tespitini yapacaktır. Zenginin vermesi gereken zekâtının tespitini de o kurum yapacaktır. Böylelikle önüne gelenin yardım kurumu kurmasının önüne de geçilmiş olacaktır.
4-Bu pay, hürriyeti elinden alınmış insanların payıdır. Fikir suçlularının payıdır. Düşüncesini ifade ettiği için mağdur olmuş insanların payıdır. (Kölelerin)
5-Bu pay, Allah yolunda yapılması gereken her türlü çalışmayı yapmak için bir paydır. İçine her türlü faaliyet girer. (Fi sebilillah)
6-Bu pay, yolda kalmış insanların payıdır.”(9/Tevbe Suresi 60)
Ve bu payların yaşanılan yerin/ Berlin’in dışına çıkmaması gerekir. Çünkü bu paylarla Berlin’de yaşayan Müslümanların geleceğine yatırım yapılma zorunluğu vardır.
Oyuna gelmeyelim, dikkatli olalım, aklımızı çalıştıralım, duygusal davranmayalım. Heyecanımızla hareket etmeyelim. Çocuklarımızın içinde bulunduğu durumu göz ardı etmeyelim. Görmezlikten gelmeyelim. Deve kuşu gibi başımızı toprağa gömmeyelim.
Kendi evimizde yangın varken başkasının evindeki yangını söndürmeye gidemeyiz, gidersek kendi evimiz yanar. En önemlisi, toprağın altındaki hesabın çetin olduğunu unutmayalım.
Bugün Afrika halkı, Irak halkı, Filistin halkı, Afgan halkı, Suriye halkı pislik içindedir. Aklımızı çalıştırmazsak yarın biz de pislik içinde kalabiliriz. O zaman artık her şey için çok geçtir. Bor’un pazarı geçmiştir. Eşeğin Niğde’ye sürülmesi gerekir.
Unutmayalım;
bir davaya en büyük zararı ona saldıranlar değil, onu gereği gibi savunamayanlar verir.
Yazımı Mustafa İslamoğlu’nun şu tespitiyle sonlandırmak isterim:
“Davası olanın, destekçisi Allah’tır.
Duası olanın davası olur, davası olanın iddiası da olur.
Dava sahibi olanlar heva sahibi olamazlar
Allah uğruna verilen mücadelenin mağlubiyeti yoktur.
Bir davaya en büyük zararı ona saldıranlar değil, onu gereği gibi savunamayanlar verir.
En etkili davet temsildir.
Davası olmayanın daveti olmaz; davanız varsa davetiniz de vardır.
Gerçek davetçi, ‘Bize gel diyen değil, kendine gel diyendir.’”

Lage

Telefon

Webseite

Adresse


ReuterStr. 58 Neukölln
Berlin
12047

Öffnungszeiten

Montag 10:00 - 19:00
Dienstag 10:00 - 17:00
Mittwoch 09:00 - 19:00
Donnerstag 10:00 - 17:00
Freitag 09:00 - 17:00
Samstag 10:00 - 17:00
Sonntag 10:00 - 16:00

Andere Schule in Berlin (alles anzeigen)
Friedländer-Schule (German Language School in Berlin) Friedländer-Schule (German Language School in Berlin)
Boxhagener Straße 106
Berlin, 10245

The Friedländer-Schule is an established language school in Berlin in which people of various nati

Berlin School of Coffee Berlin School of Coffee
Uhlandstraße 171/172
Berlin, 10719

„A million heart beats”… das ist der Sound auf unseren Straßen.

FORUM Berufsbildung e.V. FORUM Berufsbildung e.V.
Charlottenstraße 2
Berlin, 10969

Startet mit uns Eure zukünftige Karriere: www.forum-berufsbildung.de. Impressum: www.forum-berufsbi

b*w Hochschule b*w Hochschule
Leibnizstraße 11-13
Berlin, 10625

Die Hochschule der Wirtschaft für die Wirtschaft.

JOAN LOUIS artist JOAN LOUIS artist
Berlin

Art Therapy workshops & sessions.

Concept Berlin Concept Berlin
Revaler Straße 100
Berlin, 10245

Wir lieben Bildung - und zwar nachhaltig!

Kara Johnstad Kara Johnstad
Berlin, 14161

Singer - Songwriter- International Voice Coach - Founder of the School of Voice - Creator of Voice Your Essence - Women's Circle Facilitator - Author - Radio Host of Voice Rising

Metaversa e.V. Metaversa e.V.
Oranienstr 96
Berlin, 10969

Metaversa e.V. - Verein für Medien, Bildung und Kultur. Wir betreiben Medienbildung, um demokratis

icono Academy Berlin icono Academy Berlin
Heidestraße 12a
Berlin, 10557

Nachhaltige Aus-und Weiterbildung für Friseure Education for Hairdresser https://www.icono.de/academy/aktuelle-seminare/

VESQ Selbstverteidigung, Gewaltprävention, Gesundheit & Sport VESQ Selbstverteidigung, Gewaltprävention, Gesundheit & Sport
Treptow: Kiefholzstraße 412
Berlin, 12435

Selbstverteidigung | Gesundheit | Sport Drei Leistungsversprechen, die wir mit VESQwingtsun KungFu gemeinsam erreichen.

Stiftung "Haus der kleinen Forscher" Stiftung "Haus der kleinen Forscher"
Rungestraße 18
Berlin, 10179

Phänomene des Alltags erforschen und dabei eigene Antworten finden - das machen Kinder ab drei Jahr

Viducate Viducate
Berlin

A warm welcome to our viducate page - a home for educators interested in the use of video in their c